bugün

entry'ler (1043)

cinsel açlığın tecavüzü getirmesi

tecavüz bir şiddet suçudur. sanılanın aksine tecavüz suçu işleyenlerin pek çoğu düzenli cinsel hayata sahiptir. saldırılar ani bir istekle yapılmaz. çoğunlukla önceden planlanmıştır. tecavüz karşıdaki insan üzerinde hakimiyet kurmayı, güç gösterisi yapmayı amaçlayan bir eylemdir.

tecavüzcüler öfkelerini tek bir kişiye yöneltmiş olabilir ya da tüm kadınlardan/insanlardan nefret ediyor olabilir. sadist bir kişiliğe sahip, insanların acı çekişinden zevk alan insanlar da olabilirler.

elbette ki temelinde eğitim sorunu yatar. fakat bu suçu yalnızca gelişmemiş bir ülke olmaya ya da cinsel açlığa bağlamak tek yönlü düşünmektir. insan cinselliği ertelenebilir bir dürtüdür. tecavüz yalnızca üçüncü dünya ülkelerinde görülen bir suç değildir.

tecavüz yalnızca kadına yönelik bir suç da değildir. çocuklar ve zihinsel/bedensel engelli insanlar ve erkekler de bu suçun kurbanlarıdır.

daha fazla şey öğrenmek için "cinsel şiddeti anlamak" adlı kitap okunabilir. bu tip toplumsal infial yaratan, dönülmez sonuçları olabilen olayları yalnızca bir sebebe bağlamak doğru değildir. hiçbir sosyal olayın tek bir sebebi olamaz.

özel okul

bünyesinde bulunan öğretmenlerinin özlük hakları bulunmayan eğitim yuvalarıdır. her sene devlet okulunda çalışan öğretmenler yerin dibine sokulurken aslında çalışma şartlarının normal olduğu hiç fark edilmez.

özel okulda çalışan bir insan 7 gün boyunca tatilsiz çalıştırılabilir. bu çalışma saatleri 8.30-19.00 arası olabilir ve bu insanların da bir hayatı olduğu kimse tarafından düşünülmez. ek mesailer için bir ücret söz konusu değildir. talep ettiğinde kapının önü her zaman orada mevcuttur.

teftiş için gelen müfettiş bir hafta önce müdürle yemeklere, balıklara çıkmış olabilir. geldiğinde "hafta sonu çalışmalarınız için tebrik ederim" gibi akla zarar cümleler kurabilir. onun görevi işleyişin düzgünlüğüne bakmakken ve böyle bir köle sistemi varken öğretmeni koruması gerekirken yediği rüşvetlerle bunu takdire değer bir olay olarak kabullenebilir.

öğretmenin haklı olması diye bir durum asla söz konusu değildir. her zaman öğrenci haklıdır. sınav soruları önceden öğrenciye servis edilir ve sınav esnasında dahi öğretmenden esnek olması istenir. es kaza bir öğrenciye 80 sözlü notu verilmişse okulda kıyamet kopar ve o not müdür tarafından bir anda 100'e çevriliverir.

kimse sormaz öğretmen bu çocuğun eksiğini göremediğinde üstüne nasıl eğilecek diye. sonra ygs sonuçları geldiğinde enteresan triplere girilir. 40 soruluk matematik testinde 20 soru yapan sayısal öğrenciler normalken, sosyal testinden 28 net yaptıkları için okulda sosyal zümresi başarısız ilan edilir.

160 soruluk sınavda 8 soruluk felsefe dersiyle koca bir okulu trollediğime gerçekten kendini inandırmış sevgili müdürün karısı tarafından kafama kalem bile atılmış olabilir bir yerlerde belki. felsefe ortalaması kimya, fizik, coğrafya, biyoloji ve geometriden fazlayken nedense okulda derece çıkmamasının sebebi sizmişsinizdir. toplantıda şöyle bir cümle kurulabilir: " felsefe soruları zordu ama bizim gibi bir kurum bunu önceden sezebilmeliydi." lan geri zekalı senin o çok bilmiş öğrencilerine her allahın günü saatlerce tarama sorusu hazırlerken sorduğum direkt bilgiye dayalı soruların hesabını soran, "çocuklar böyle çıkmaz diyor hocam, neden sordun ki, niye bu kadar zorladın ki" diyen ben miydim? ikinci dönem sayısal sınıfların hepsinden felsefe dersini kaldıran ben miydim? eksik kalan konulardan nasıl bir başarı beklediniz acaba?

akşam sekizlere kadar soru çözümü yapılırken ve 40 sorusu bulunan matematik öğretmeniyle aynı saatte okuldan çıkarken çocuklara elli kere aynı şeyi anlatmış olabileceğim aklınıza geldi mi acaba? arkadaşlar özel okul öğretmeni insan değildir. süper herodur. çünkü yedi gün aralıksız çalışsa bile en yüksek performans beklenir. çünkü en genç öğretmeni aynı zamanda ameledir ve gelmeyen öğretmenlerin dersine girmek, sınavda gözetmenlik yapmak gibi hususlarda da joker gibidir.

tüm bu yaşananlardan sonra müdürün odasına gidip "ben çalışmak istemiyorum bu kurumda daha fazla" dendiğinde, ay hocam bilmem ne diye geri vites yapmak da ancak buradaki karaktersiz insanlara ait bir iştir.

günlerdir geceleri uyuyamama, uyuduğumda kramplarla uyanmama sebep olan, hayatımın en ağır döneminden geçerken bir kez olsun geçmiş olsun dahi demeyen insanların mevcut olduğu o okula gelmemi bekleyen siz daha çok beklersiniz. bakın bugün cumartesi ve yatağımdayım. çok enteresan benim için gerçekten. okula gitmediğim taktirde belki kovarlar. bir umut.

sizin gibi insanlara çocuk emanet edenlere de elinizde paçavraya dönüşecek o çocuklara da yazık. tek temennim ettiklerinizi bulmanız. görmesem de olur.

uludağ sözlük feminist yazarlar birliği

sözlükteki yazarların ben kadınım deme şekli değildir aslında. çünkü feminist erkek de olabilir. bu biraz da feminizmden ne anladığınıza bağlı. eğer "kadın erkekten üstündür" gibi bir düşünce varsa o zaten "erkek kadından üstündür" anlayışıyla aynı şeydir. ikisi de hatadır.
ama anti-seksist olmak, kadın ve erkeğin eşit haklara kavuşmasını savunuyor olmak, kadınların ötekileştirilmemesini desteklemekse eğer anlaşılan bu düşünceleri savunan birçok erkek var zaten. bu gruba giren erkekler de pro-feminizm adı altında incelenmektedir araştırıldığında görüleceği üzere.

light sigara içen erkeğin kızdan farkı yoktur

size bunları kim öğretiyor ya cidden merak ediyorum. erkek denen bu canlı niye dünyadaki en pis işleri yapmak zorunda hep? naif ve kibar bir erkek olamaz mı? erkek ağlamaz, erkek güçlü olur, erkek kıskanır, erkek dediğin masaya vurdu mu alllaahh, erkek dediğin sütlü kahve içemez, erkek dediğin tamir işlerinden anlar, erkek dediğin mutlaka futbol sever, takip eder, çılgıncasına bir takımı destekler, erkek dediğin duygulara sahip değildir, sahip olsa bile cıks gösteremez, erkek dediğin illa ki maskülen olacak. bilmem ne bilmem ne.

erkekler de insan. inanılmaz ama gerçek. onların da istediği gibi davranma hakkı var. farklı şeylerden zevk almaya hakkı var. kadınlara bir kılıf biçildiği gibi erkeklere de biçiliyor. o kalıba uymayanlara da "sen adam mısın" deniyor. "karı gibi" deniyor.

ben de diyorum ki, erkek dediğin insan olsun, güven versin, gerektiği yerde destek olsun, şefkatini esirgemesin de isterse yatmadan ılık, ballı süt içsin.

yazarların telefonuna gelmesini istediği mesaj

"değerli öğretmenlerimiz, sömestrde çalışmak da neymiş, benden size bir hafta daha, pazartesi gelmenize gerek yok." ........ koleji eğitim kurumları

aşık olmaktan korkmak

gözümde şu sahne canlanıyor bunu duyduğumda. birisi -belki annesi- uğraşmış saatlerce, önüne en sevdiği yemeği koymuş, kişi bakmış tabağa, şöyle çatalının ucuyla bi dürtmüş yemeği, suratını ekşitmiş sanki iğrenir gibi, reddetmiş. aşk reddedilir mi?

belli ki yarası olan insanlar ama her yara kapanıyor. izleri kalıyor elbette ama zamanla geçiyor. elinizi ilk yaktığınız anki acıyla suyun altına tuttuğunuzdaki acı aynı mı? evet daha temkinli olursun ateşe karşı, daha korkak belki ama vazgeçemezsin tamamen ısınmaktan.

belli bir zaman gelecek ve aşkın nasıl bir şey olduğunu unutacaksınız. o hisleri yaşamak isteyip, bunun için delirip yaşayamayacaksınız. çünkü siparişle olan bir şey değil. geçmişi anıp, "ağlaması bile güzeldi, çünkü insan gibi, yaşıyormuş gibi, kalbim hala atıyormuş gibi hissettiriyordu" diye iç geçireceksiniz. insanın karşısına her zaman çıkmıyor sevebileceği, aşkı yaşayabileceği biri.

tanımak, güvenmek, çabalamak, uğraşmak konularını da çok dert etmeyin bence. aşık olduğunuzda siz minnacık bir gezegen gibi, o da güneş gibi olacak çünkü. etrafında dönüp duracaksınız, yörüngesinden çıkamayacaksınız. otomatik olarak öğreneceksiniz hakkındaki şeyleri, en sevdiği filmi, şarkıyı. hafızanıza istemeden kazıyacaksınız. görev gibi gelmeyecek o zaman, bilinçsizce olacak hepsi. ortada aşk varsa hiçbir şey külfet gibi gelmez insana çünkü.

aşktan mutluluk beklemek aşkın doğasına aykırı zaten. aşk dediğin şey yakıcı duygular, dengesiz, mantıksız hareketler. bir kişi kalbinizi kırdı diye herkesi kötü bellemek, eline diken battı diye tüm ormanı yakmak gibi bir şey.

türkiye iş bankası kültür yayınları

türkiye'de faaliyet gösterip okuru aptal yerine koymayan yayınevi sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. iş bankası yayınları da bu kategoride. gerçekten kültüre hizmet ettiklerini düşünüyorum. bastıkları kitapların hepsi kaliteli, çevirmen kadrosu da mükemmel işler çıkartıyor. okurken bazen orijinal dilinde okuyormuş hissi uyandırıyor. örneğin iletişim ve can da güzel işler yapıyor fakat fiyat politikaları doğru gelmiyor bana. hasan ali yücel dizisi zaten başlı başına bir tercih sebebi. klasiklerin tam metin halinde bulunabilmesi ve çevirinin çevirisi değil de orijinal dilinden çeviri yapılıyor olması çok güzel. çok özenli yapıyorlar işlerini. çoğunluğun aksine tasarımlarını da beğeniyorum. ayrıca dün ilk kez kendi sitelerinden alışveriş yaptım. idefix'le iki günde elimde olan kitaplar yirmi dört saat geçmeden elime ulaşmıştı. yurtiçi kargo ile çalışmıyor olmaları bile tercih sebebi. iyi ki varlar.

titanic

gemiden erken ayrılmak durumunda kalan bir yolcunun çektiği fotoğraflar ve diğerleri:

https://plus.google.com/p...lbums/5729657188629278561

sahilde kafka

"sessizlik kulaklarla duyulabilen bir şey."

"yazmaktı önemli olan. yazılmış halinin, tamamlanmış halinin hiçbir önemi yok."

"dünyada bu kadar çok boş yer olduğu halde, var olabileceğin, sana fazlasıyla yetecek ufacık bir yer bile bulamazsın. sesleri aradığında, karşına çıkan sessizlik olur. sessizliği arzuladığındaysa durmak bilmeyen kehânet başlar. o ses, zamanı geldikçe, senin kafanın içindeki gizli düğmesine basar."

"insan kendisinin eksik bir parçasını bulmak umuduyla âşık olur. o yüzden de, âşık olduğu insanı düşünürken, kişisine göre değişmekle birlikte, az ya da çok hüzünlenir. çok eski bir zamanda kaybettiği, özlemle andığı, uzaklarda kalan bir odaya adımını atmış gibi hislere kapılır."

"şu dünyada insanlar can sıkıcı olmayan şeylerden hemen bıkarlar. bıkmadıkları şeyler ise çoğunlukla can sıkıcı şeylerdir."

"savaş başlayınca askere alınırsın. askere alınınca, elinde tüfekle cepheye gidip düşman askerlerini öldürmen gerekir. mümkün olduğunca çok sayıda. senin insan öldürmeyi sevmen ya da sevmemen, kimsenin umurunda olmaz. yapmak zorundasındır. aksi takdirde, öldürülen sen olursun."

"Farklı insanları severim. Şu alemde, yüzlerindeki sıradanlığı bozmamaya çalışarak, düzenli bir hayat yaşıyor gibi görünenler daha güvenilmez olur çünkü."

"Gözlerini kapatman, hiçbir şeyi değiştirmez.
Gözlerini kapattın diye, hiçbir şey silinip gitmez. Bu bir yana, gözlerini bir sonraki açışında herşey daha da kötüleşir. Biz işte böyle bir dünyada yaşıyoruz, Nakata.
Adam gibi gözlerini aç!
Göz kapamak, korkakların işidir.
Gerçeklere göz yummak çok alçakçadır.
Sen gözlerini kapatıp kulaklarını tıkasan bile zaman akmaya devam eder.
Emin adımlarla."

"Haddinden uzun düşünmek, hiç düşünmemiş olmaktan farksızdır."

gecenin türbanlı güzeli

bu nasıl bir başlık? başlığı geçtim içeriği daha da mide bulandırıcı. oradan buradan derlenmiş fotoğraflar. bir kısmı kendi halinde kadınlara ait. sağda solda afişe edildiklerinden muhtemelen haberleri yok. bir kısmı zaten porno sitelerden alınmış besbelli, sanki "oha çelişkiye bak" amacıyla paylaşılan şeyin ne olduğunu anlayamayacak kapasitede buradaki insanlar.

ama artık şaşırmıyorum. uludağ sözlük de porno sitesi bir yerde. kategoriler var resmen. bu da türbanlı fetişine hizmet ediyor. iki adım sağa gidersen ayak fotoğraflarımız var mesela, bir adım daha git orada el fotoğraflarımız seni karşılayacaktır. en azından bunlar insanların bile isteye yüklediği fotoğraflardan oluşmakta. buradaki gibi ifşa yok. buradaki fotoğrafların bir kısmı sadece yazara seksi geldiği için konulmuş buraya. instagram, facebook gibi platformlardan kim bilir kimin bilgileri vasıtasıyla alınmış.

ayrıca size ne. isteyen tanga giyer, isteyen metal dinler, küpe, hızma takar, isteyen topuklu ayakkabı giyer. isteyen de bira içer. sen kimsin de yargılıyorsun. sen kimsin de bu insanları eğlence malzemesi yapıyorsun. zannedersin herkes "hemen tesettüre girmeliyim" diyerek kapanıyor. bunun zorunlu olduğu ülkeler var kafan basıyor mu? bir insanın ne giyeceğine önceden karar verilmesi nasıl bir şeydir, araba kullanamaması mesela ya da istediği saatte sokağa çıkamaması nasıl bir şeydir, çıkıp bir adamın ölü eşlerinizle seks yapabilirsiniz demesi vs. nasıl bir şeydir algılayabiliyor musunuz? çekin artık ellerinizi kadınların üstünden. yeter. çok kirli insanlarsınız. sözlük yönetimi de bu tip şeylere hassasiyet göstermediği için suçlu.

lisede edebiyat dersinden akılda kalanlar

"ben kitap okumam ki" diye övünen ve gevrek gevrek sırıtan bir edebiyat hocamız vardı. ders anlatmazdı, tek yaptığı sınıftaki delikanlılarla sohbet etmekti. bu tarz hareketler sergilediğinde başkası adına utanma duygusunu ciddi ciddi yaşardım. sonra büyüdüm, ben de öğretmen oldum, iş arama sürecine girdim ve o zaman utanma duygusu yerini haksızlığa uğrama hissine bıraktı. kimler, nasıl insanlar çocuklara eğitim veriyordu, kimler işinin ehli olmadığı halde o işi sürdürüyordu. kimler başka insanların hakkını yiyordu daha kim bilir? ve şimdi birlikte çalıştığım edebiyat hocasına bakıyorum. elinde her gün bir kitap. "ben okumadığım kitabı çocuklara anlatamam ki, utanırım." diyor. işi gereği her gün başka bir kitap okuyup bitirmeye çalışıyor. o zaman diyorum ki hala bazı çocuklar için umut var. hala bir yerlerde işinin hakkını vermeye çabalayan insanlar var.

hayat

bir günü yirmi dört saat olduğu halde hiçbir anını istediğimiz gibi yaşayamadığımız şey. sorumluluklar arasında sevdiklerimize bir türlü vakit ayıramadığımız şey. yarın yanımızda olup olmayacağından emin olamadığımız insanlar için vakit yaratmaya uğraştığımız, bunu yapmanın bile sorumluluktan kaçmak olarak görüldüğü azap veren zaman dilimi. oysa ne vardı insan gibi geçirebilsek hayatı. sevdiğimiz insanlarla anı biriktirebilsek, yanlarındayken bile onları özlemesek, on üç yaşında çocuğun intiharına sebep olacak kadar sorumluluklar yüklemesek el kadar bebelere. biraz özgür olsak, biraz daha mutlu, daha çok gülerdik belki, daha neşeli olurduk, daha yaşanılası olurdu hayatımız. bir düşünsenize, hepimiz her gün hiç sevmediğimiz, görmeye bile dayanamadığımız insanlarla sekiz belki on saat geçiriyoruz. bunu haftanın beş ya da altı günü tekrarlıyoruz. minicik bir vakit ailemize, eşimize, dostumuza kalan. ufacık. define aramak gibi bir şey hayat, hep beklemek, hep koşturmak, hep başı su üstünde tutmaya çalışmak. halbuki sırt üstü uzanıp sulara götürdüğü yere gitmek de güzel, koşmaktansa ağır ağır yürümek de güzel, yokuş yukarı çıkmaktansa düz bir yolda yürümek de öyle. sürekli koşmak çok sık düşmek demek. dizlerde hep yara demek. hayat dediğinin yaşamaya değer kısmı çok uzaklarda, belki bir ihtimal hala. ama cidden çok uzakta.

kadınlara göre namusun tanımı

namus zaten cinsiyetçi bir kavramken bir de kadınlara göre denilerek kombo yapılmış.

namus adı verilen şey aslında erdemli davranmaktır bana kalırsa. vicdan sahibi olabilmektir. kadını ya da erkeği yoktur.

bir kuyrukta kaynak yapmamak da namustur, arkadan iş çevirmemek de. bir insanın sırlarını ifşa etmemek de namustur, bir insanı taciz etmemek de. fiziksel olarak üstün olduğu için bir kadının üstüne yürümemek de namustur, bir erkeği bel altı sözlerle vurmamak da.

namus denen şey sadece cinsellikle bağlantılı değildir. ahlaklı davranışla bağlantılıdır. ahlak sadece cinsellikle bağlantılı değildir. bulduğu cüzdanı sahibine ulaştırmak da ahlaklıdır, başkalarının hayatları hakkında yorum yapmamak ve onları yargılamamak da.

namus bacak arasına kaydığında uğruna cinayetler işlenirken, bir başkasının canını almanın namuslu bir eylem olmadığı akıldan çıkıveriyor. toplumlar tüketim çılgınlığına sürüklenirken, ülkenin her köşesinde ateşler yanarken ve bu ateşler masum, savunmasız insanları yakarken hala namus sadece cinsellikle ilişkilendiriliyor.

namus değil erdemli davranmak. erdem iyi ve doğruya kişinin kendi iradesiyle yönelme isteği. baskıyla değil. önemli olan erdemli bireyler yetiştirebilmek. çocuklarımıza doğru ve yanlışı öğretirken kendi değerlerini de inşa edebilmelerine izin vermek.

öğretmen

"öğretmenler çok tatil yapıyo yea" diyenin ağzına kürekle vurmaya karar verdim bundan sonra. bütün öğretmenler devlet okulunda çalışıyor sanki. bugün sabah beşte kalktım sırf duş alabilmek için. beş nedir ya, bak sabah beş diyorum. neden, çünkü okuldaki toplantı sekiz buçukta bitmiş. eve gelmişim dokuz buçukta. yemek bile yemeden yorgunluktan bayılıp kalmışım. istisna değil bu. hep böyle. sadece bu hafta sınav haftasıydı. iki gün boyunca gece ikiye kadar soru yazdım, sınav hazırladım. cumartesi dahi dokuz beş ders var. dört buçukta dersler bitiyor etütler başlıyor. altı buçuğa kadar yine ders anlatıyorsun. şökler var mesela. sen şök nedir bilir misin? üç saatten az sürmeyen bir şey. sen özel okulun aktiviteleri nedir bilir misin? her hafta sonu. pazar günü de aynı insanlar. reklam olsun diye sürekli yok tören, yok turnuva, yok o yok bu. günlerce önceden hazırlanmaya başlanan ve hiç bitmeyen şeyler. yemin ederim tatili geçtim manikür yapmak istiyorum sadece. tek özlemim şu an bu. on beş tatil yaklaşıyor diyenlere on ikinci sınıfların kampını hatırlatıyor ve tatil diyenlere come on diyorum.

damir mrsiç

küçük bir ilçede yaşayıp birinci ligde basketbol takımınız olduğunda oturup maç günlerini beklerdiniz. efes pilsen, ülker gelsin diye. ben fenerbahçe'yi beklerdim mrsic'i görmek için. artık tanıyordu beni. çok güzel gülüyordu, çok mütevazıydı, kibardı, anlayışlıydı. ergenlik hezeyanlarıyla melül melül bakan bana tahammül edebiliyordu. benim gibi binlerce insanla karşılaşıyordu her gün muhtemelen. ona rağmen bir kere oflayıp pufladığını görmedim. efes pilsen de gelirdi. oradaki oyuncuların da hayranları vardı. ender arslan mesela, kaprisliydi. mrsic değildi. ortaokulda dersaneyi kırıp eve gelirdim trt 3'teki maçları izlemek için. fenerbahçe'de oynamış oyuncular içinde bir alex bir de mrsic oturup çoluğuma çocuğuma anlatacağım adamlar. vardır ya hep "onlar profesyonel" lafı. işte her şeyin spor olmadığını, insanlığın da önemli olduğunu pat pat kafamıza vurdu bu adamlar.

şimdi nereden geldi aklıma. takımlarımız bir bir çekildi ligden. önce voleybol sonra basketbol takımımız. artık o salona öğrencilerimin maçlarını izlemek için gidiyorum. onları destekliyorum. her gittiğimde de lisedeki çocuk halim bir köşeden çıkıp serbest atış kullanan mrsic'i zıp zıp zıplayarak kalabalığın içinde görmeye çalışacakmış gibi geliyor. sonra bakıyorum ileride bir kız öğrencim sahadaki sevgilisine sesleniyor. aynı heyecan, yakın duygular. lise güzel, gençlik güzel, saflık güzel, aşk güzel, fenerbahçe güzel, eski günler hep en güzel. bu da böyle bir özlem anı.

feminizm

akımın ortaya çıktığı zamanlarda feminist bir kadına "feminizmden ne anladığını" sormuşlar, şöyle cevap vermiş;

- ben hiçbir zaman feminizmin tam olarak ne olduğunu öğrenebilmiş sayılmam. bildiğim, ne zaman kendimi bir paspastan ya da fahişeden farklı hissettiğimi açığa vursam, insanların bana feminist dedikleridir.

husky

karşı evimizin bahçesinde besliyorlar bu güzellikten bir tane. her zaman ağırbaşlı olan hayvan gitti üç gündür, yerine fırlama bir şey geldi. sebebi de tabi ki kar. her yer bembeyaz olunca ne yapacağını şaşırdı. bir oraya koşuyor bir buraya. gidip bir o tarafta yuvarlanıyor bir bu tarafta. sürekli karın içinde yatıyor. sevinçten çıldırmış bir şekilde koşuyor. hem çok mutlu oluyorum izlerken hem de içim parçalanıyor. bu hayvanları sırf para kazanmak için sıcak iklimli ülkelere satmayı ilk kim düşündüyse, ilk kim "ay ne güzel hayvan, hemen edinmeliyim, çok cool" dediyse ona çok pis laflar hazırladım. bir hayvanı hem doğasından kopartıyorsun hem de kırk derece sıcakların yaşandığı bir yerde besliyorsun. zincirleyip, eve kapatıyorsun. sonra hayvanseverim ben diyorsun. sonra diyorsun ki bir de "sibirya kurdu çok aptal bi hayvan, eğitim verilemiyor, tuvalet eğitimi alamıyor, sadakatsiz kaçıp gidiyor." hadi len oradan. bu hayvan sana uşaklık yapmak için mi var zannediyorsun. kim daha aptal bilemiyorum ama vicdan çok önemli bir şey bir tek onu biliyorum.

evlilik

bu kurumun yılmaz neferleri var. bir de her şeyi buna bağlayan sersemler var. bir örnekle entrymizi perçinleyelim hemen.

ayşe, 40 yaşında. hiç evlenmemiş. güzel ve yaşını göstermeyen taş şeklinde tabir edilebilecek bir kadın, ekonomik özgürlüğe sahip, güçlü, herkesten daha dürüst, korkusuz.

diğerleri, bir kısmı evli, diğer kısmı bekar olsa da evlenmek için müthiş bir çaba harcıyor. bunlar bizim toplumumuzun minik bir örneklemini oluşturuyor.

her iş yerinde olduğu gibi benimkinde de yönetim kimse tarafından sevilmiyor. yönetimin minik minik yalakaları var. bunun dışında kalan sevgili arkadaşlarımız her gün müdürün sağ kulağından başlıyor ve eşinden çıkışı yapıyorlar. ama tuhaflık şurada ki kendileri müdürle karşılaştıklarında el pençe divan... gülücükler, efendimler, müdürümler. hehe hadi len diyorsun içinden tabi.

bir de bu ayşe var. okulda yolunda gitmeyen her şeyi pat pat söylüyor. kimsenin arkasından konuşmuyor, yüzüne söylüyor. herkesin arasında konuştuğu şeyleri ortalıkta konuşuyor. ama sevilmiyor. neden, çünkü insanlar buna alışık değil. hepsinin olması gerektiğini düşündüğü ama olmaya cesaret edemedikleri kişi. üstelik evli de değil. tam bir anarşist.

sonra iğrenç muhabbetler dönüyor. "syşe ne güzel salata yiyor her gün, ben de mi öyle yapsam, çok kilo aldım." diyen bir kadın öğretmene "hehehe canı istiyor ya, salatalık yiyor işte" diyen ahlaksız bir erkek hoca düşünün şimdi. düşündünüz mü, şimdi benimle beraber yemek masasından kalkın.

bu kadınla kavgalı bir rehber hoca düşünün şimdi. arkasından öğretmenler odasında edilmiş şu lafı düşünün. "onun canı s.k istiyor ama o da bende yok." gördüğünüz gibi bu bir kadın ve çocukların dertlerini çözüp, psikolojik destek verecek *

olm şaka mısınız lan siz. yani ne yapmaya çalışıyorsunuz. nasıl pis bir beyniniz, ahlak yapınız var. herkesin yaşayabileceği şeyler nedense evliliğe bağlanıyor habire. nedir bu çirkinliğiniz.

sizin gibi insanlar yüzünden çoğu kişi yanlış evlilikler yapıyor, olan çocuklara oluyor. okulda on çocuktan beşinin ailesi ayrı, hepsi travmalar yaşamış, kimisi tamir edilemez düzeyde. ben de ayrı bir ailede büyüdüm. çok mu basit sanıyorsunuz anlam veremiyorum.

sabah işe gelip evlilikle ilgili sorumluluklarından şikayet eden insanların hangi yüzüne inanalım. herkes evlenmek zorunda mı? bir insan hayatını birleştirmek isteyeceği biriyle karşılaşmamış da olabilir. birini çok sevmiştir ama sevilmemiştir belki. vicdanınıza sığıyor mu?

ya da bir insan evlilik hayatını yaşamak istemiyordur. size hesap mı verecek.

benim anladığım bir şey var ki evlilik içine giren insanların dışarıda kalanları çekmek istediği bir yer. belki de kendi mutsuzluklarına davet ediyorlardır insanları bilmiyorum.

ama gerçek şu ki bu ülkede ister boşanmış ol, ister hiç evlenmemiş. yalnız ve özgür kadın olmak işte bu. bir de burası güya çocukları yetiştirecek, eğitimli, kültürlü öğretmenlerin olduğu bir yer. bir de toplumu düşünün.

sonuç olarak: baskı kötü bir şey, ahlaksızlık ve vicdansızlık ise akıl almaz derecede korkunç.

idefix

tam olarak bir saattir sipariş vermeye çalıştığım site. yaklaşık olarak beş kere denedim. kredi kartı numarasını girdikten sonra sürekli bağlantısı kopuyor. zaman zaman sitenin fişi çekiliyor, ona alışmıştım fakat sipariş ve satın alma aşamasında olması güvenlik açısından hiç hoşuma gitmedi. zaten kitaplarımı dürüm yapıp koliye sığdırmasından sonra başka sitelere yönelmiş ve alışverişi kesmiştim. şu an alacağım kitap sadece orada var fakat almak mümkün değil zaten. teşekkür ediyorum bu harika hizmet için.

yazarların aldığı en güzel hediye

bir öğrencinin sizin için, sizi düşünerek yaptığı kitap ayracı. arasına da papatya koymuş en sevdiğim çiçek diye. yine aynı şekilde bir öğrencim en sevdiğim anime kahramanını karakalem çalışıp bana vermişti. hala da çok yakınım olup, beni çok iyi tanıyan insanlardan bunlara yaklaşan değerde hediyeler almışlığım yok. her şey maddiyat değil. manevi değeri olan şeyler çok daha kıymetli.